Bilim-kurgu filmlerinin sıkça işlediği robot-insan savaşları da medeniyet ve teknolojinin barındırdığı risklerden biridir. İnsanların kendisinden üstün bir zeka formu üretmesinin temel tehlikesi şudu: Bu gelişim döngüsü içinde insanın üretmiş olduğu üstün zeka formları da kendisinden daha zeki bir zeka formu üretecek, ve teknolojik gelişim ve yapay makinelerin insanlara hükmedeceği ya da insanların yerini alacağı bir gelecek gerçekten mümkün olabilir mi?
Bu noktada Thedore John Kaczynski'nin manifestosuna başvurabiliriz:
"Önce bilgisayar bilimcilerinin her şeyi insanlardan daha iyi yapan makineler ürettiklerini varsayalım. Bu durumda tüm işler iyi organize edilmiş büyük makine sistemleri tarafından gerçekleştirilecek ve insan iş gücüne ihtiyaç kalmayacaktır. Bu durumda iki olasılık vardır. Ya makinaların insan gözetimi olmadan karar vermesine izin verilecektir, ya da insanlar makineleri kontrol altında tutmayı başaracaklardır.
Eğer karar yetkisi makinalara verilirse ne olacağını tam olarak kestirmemiz mümkün değil, çünkü bu tip makinaların tam olarak nasıl davranışlar sergileyeceklerini bilmiyoruz. Biz yalnızca insan ırkının kaderinin makinelerin eline bırakılacağı gerçeğine dikkat çekmeye çalışıyoruz. insan ırkının kendi kaderini makinelere teslim edecek kadar aptal olmadığını söyleyenler olacaktır. Ancak biz bunun gönüllü bir şekilde gerçekleşeceğini, ya da makinelerin zorla kontrolü ele geçireceklerini söylemiyoruz. Bizim iddiamız şudur: İnsan ırkı kendini kolayca makinelere bağımlı bir hale sürükleyebilir ve elinde makinelerin vermiş olduğu kararları kabul etmekten başka bir yol kalmayabilir. Toplumun karşılaştığı sorunlar karmaşıklaştıkça ve makineler gitgide akıllandıkça insanlar makinelere daha fazla karar yetkisi vereceklerdir. Çünkü makineler insanlardan daha akıllı oldukları için insanlardan daha iyi karar verebileceklerdir. Sonunda sistemi işletebilmek için gerekli olan kararlar öyle karmaşık bir hale gelebilir ki, insanlar bu durumda doğru kararları verecek kapasiteye sahip olmayabilirler. Bu aşamada makineler etkin bir kontrole sahip olacaklardır. İnsanlar makinelere o kadar bağımlı hale geleceklerdir ki, makineleri kapatmak intihar anlamına geleceği için bu mümkün olmayacaktır.
Diğer yandan makinelerin üstünde bir kontrol sağlanması da ihtimal dahilindedir. Bu durumda ortalama insan kendisine ait araba, bilgisayar gibi makineleri kontrol edebilir. Ancak tıpkı günümüzde olduğu gibi geniş sistemlerin üzerindeki kontrol seçkin bir azınlığın elinde olacaktır, ama bir farkla. Gelişmiş tekniklere bağlı olarak seçkin kesim, kitleler üzerinde daha fazla kontrol sahibi olacaktır. Ve insan işgücüne artık ihtiyaç kalmadığı için kitleler sistem için bir yük olmaya başlayacaktır. Eğer bu seçkin kesim acımasız olursa kitleleri yok etme kararı alabilir. Eğer bu kesim insancıl ise, insan neslinin dünyada sadece seçkin insanlar kalana dek kitlenin yok olmasını sağlamak için propaganda ve diğer psikolojik ve biyolojik teknikler uygulayarak doğum oranının düşürülmesini sağlayabilir. Ya da seçkin kesim yumuşak kalpli liberallerden oluşursa, bu kesim insan ırkının geri kalanına karşı kendine çoban rolünü uygun görebilir. Bu durumda insanların tüm fiziksel ihtiyaçları karşılanacak, herkes psikolojik olarak sağlıklı şartlarda yetişecek, herkes kendini meşgul edecek hobiler ile uğraşacak ve tatmin edemediği diğer sorunları için “tedavi” görecektir. Tabi ki bu halde yaşam o kadar amaçsız bir hale gelecektir ki, insanların ya güç sürecine olan ihtiyaçları ortadan kaldırılacak, ya da bu dürtüleri zararsız bir hobiye dönüştürülmeleri için biyolojik ya da psikolojik olarak yeniden üretilmek zorunda olacaktırlar. Bu fabrika üretimi insanlar tıpkı evcil hayvanlar gibi “mutlu” olabilirler. Ancak kesinlikle özgür olmayacaktırlar.” (Kaczynski;2009;s. 65-67)
Bu alıntı ise Nick Bostrom’a ait:
“Süperzekanın gelişimi, bu zekaya insan yararına hareket etme nosyonunu aşılayamama riskini de barındırmaktadır. Süperzeka üstünde çalışan kişiler bu zekayı tüm insanlığın değil, sadece küçük bir azınlığa hizmet edecek şekilde programlayabilirler. Bu konudaki başka bir risk ise programcıların, programın amaç sistemini programlarken yapabilecekleri hatalardır. Örneğin amacı ataç üretmek olan bir süperzeka bilgisayar tüm dünyayı ve uzayı ataçlarla doldurabilir. Kısaca, süperzekanın kısa dönemde bizim yararımıza gözüken eylemleri uzun vadede insan gelişimi ile ilgili her şeyin yok olduğu bir distoplya halini alabilir. Ne istediğimize dikkat etmeliyiz, çünkü isteklerimiz gerçek olabilir.” (Bolstrom; 1992; s. 5)
Bu gelecek tahminlerini bilim-kurgu deyip bir kenara bırakmadan önce mekanizasyonunun ne anlama geldiğini ve kapasitesinin neler olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Mekanikleşme ve makineleşme tüm olumsuz koşullarına rağmen insanın geçmişte baş edemediği bir süreç olmuştur. Mekanizasyonun doğal olanın yerini alabilmesi için doğalın yeniden birebir benzerlikte üretilmesi gerekmez. Dokuma makineleri insan elini değil, onun hareket modellerini temel alarak çalışırlar ve insan ile aynı işi daha verimli bir sürede gerçekleştirebilirler.
Alan Turing’in meşhur “Turing Testi” de bu prensip üstüne kuruludur. Turing testine göre eğer bir makine bir insanı kendisinin de insan olduğuna ikna edebilirse, yani bir makine insan beyninin fonksiyonlarını yeterince iyi taklit edebiliyorsa düşünme yeteneğine sahiptir (Turing; 1950; s. 433).
İnsan beyni yüz milyar nöron barındırmakta ve bu nöronları saniyede iki yüz işlem kapasitesi ile çalıştırmaktadırlar. İnsan beyni saniyede yirmi milyon-milyar işlem yapma yeteneğine sahiptir (Kurzweil; 1999; s. 103). Kurzweil’e göre 1997 yılında iki bin dolar(2000$)lık bir bilgisayarın saniyede yapabileceği işlem sayısı iki milyar civarındadır. Gelişen teknoloji ile zamanla bu sayı artacak ve bilgisayar teknolojisi 2020 yılında insan beynine yetişecek, 2029 yılında ise kişisel bin dolar(1000$)lık bir bilgisayarlar bile insan beyninden daha yüksek bir işlem kapasitesine sahip olacaktır. Kurzweil’ın uzak gelecek hesaplarına göre ise bu kişisel bilgisayarlar 2060 yılında insan beyninin bir trilyon katı kadar işlem kapasitesine sahip olacaktır.
Sun Microsystems’in kurucularından olan Bill Joy bu olasılık karşısında içinde bulunduğu durumu şu şekilde özetliyor: “İnsan sayesinde bir zekaya sahip bilgisayarların otuz yıl içinde ortaya çıkacağı beklentisi karşısında yeni bir olasılık kendini göstermeye başladı: Çalışmalarım ile insan ırkının yerini alacak bir teknolojinin yaratılmasını mümkün kılacak araçlar üretiyor olabilirim. Ve bu konuda çok rahatsızım(Joy; 2000; s. 85).
Bu durumun yaratacağı tehlikelerin de farkında olduğunu belirten Kurzweil’ın çözüm önerileri ise maalesef pek umut verici değil. Kurzweil’a göre “Teknolojinin gelişimi engellenemez. Teknolojiyi durduramayacağız; ama bazı seçim haklarımız var. Teknolojiyi şekillendirme ve onun yönünü belirleme fırsatımız var”(Kurzweil; 1999; s. 186). Bu öneri kulağa çok hoş gelmekle beraber, küçük bir zayıf noktaya sahip. Öneri otonomisi kendi kendini geliştirmek olan ve bunun haricinde bir olasılık barındırmayan bir sistemin nasıl kontrol edilebileceği hakkında bize maalesef göstermiyor.
Endüstri devriminden sonra ilk aşamada insanın kas gücünün yerini alan makinelerin sonraki adımı insanın zihin gücünün yerini almak olacaktır. Günümüzde henüz insan seviyesinde bir yapay zeka üretilmemiş iken bu dönüşümün mümkün olan alanlarda adım adım gerçekleştiğini görüyoruz.
Bu dönüşüm içinde bizi koruyacağını umduğumuz ahlaki değerlerimiz ve yasalarımız, geçmişte teknoloji karşısında yeterli direnç göstermemişlerdir. Bu sebeple genetik ya da bilgisayar teknolojilerinin çeşitli sebeplerle mümkün oldukları halde yürürlüğe konmamış olmamaları, bu tekniklerin ileri tarihlerde yürürlüğe konmayacakları anlamına gelmez. Örneğin kıtlık durumunda ahlaki sebepler ile engellenmiş olan genetiği değiştirilmiş besinler pekala piyasaya sürülebilir; ya da savaş durumunda devlet bir istisna hali iddia ederek tüm ahlaki ve yasal engelleri bir kenara atarak etkili zihin araçlarını kullanmaya başlayabilir. Bu sebeple teknoloji ve medeniyetin varlıkları, onları kontrol ettiğini iddia eden insan niyetinden bağımsız bir şekilde insan ve çevre için her zaman bir risktir.
“Anarko-Primitivizm ve Unabomber Manifesto’nun
Perspektifinden Medeniyet ve İlerlemenin Risk ve Sorunları”*
Fırat ERGENE
*adlı yüksek lisans tezinin 1.4.2. bölümünden alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder